“Gezi Parkı Şiirleri”, “Tersine ya da Sapkın Ayetler”in 12 şiirden oluşan ilk bölümüdür. “KARADELİKTE BİR YOLCULUK & TERSİNE YA DA SAPKIN AYETLER” (Kaynak Yayınları, 2014) adlı kitabımın içinde yer almaktadır.
Kitaptaki bölümün adı kuşkusuz “Gezi Parkı Şiirleri” değil “Tersine ya da Sapkın Ayetler”. Böyle olmasının nedeni, bölümün sunu (Öndeyiş) şiirinin 14 Nisan 2013 günü yazılmış olması. Gezi Parkı Olayı olmasaydı “Tersine ya da Sapkın Ayetler” gene yazılacaktı ama bir başka “asi şiir” olacaktı. Şiirlere “Gezi Parkı Şiirleri” adını vermedim, çünkü “Olay”ın şiirin önüne geçmesini istemedim. Bu şiirler, tersine bir kutsal kitapta yer alan sapkın ayetlerdir. Sunu (Öndeyiş) şiiri şöyle:
Bir sabaha koşuyorum kendimi
işlenmemiş bir yabanıl toprakta
ilk kez karık açıyor saban demiri:
Kim ne ekerse eksin arkamda,
arkamdan, benden sonra!
14 Nisan 2013
Kitapla ilgili olarak, sitenin Konuk Yazarlar böümünde Zeki Z.Kırmızı’nın çok kapsamlı bir yazısı var. Okumanızı tavsiye ederim.
Özdemir İnce
1 Haziran 2017

TERSİNE YA DA SAPKIN AYETLER
İlet, gazaba uğrayanlara ve sapkınlara ki!
Yetmişlerin başında bir zındık meyhane
vardı, kendi ve adı Mutfak
Gezi Parkı’nın Taksim taraflarında.
İşte orada başladı son Mezdek isyanı
Horasan ayaktakımının tarih ve coğrafyasında.
Ben işte böyle dedim!
II
Bir evin, bir evin bir şeyi olayım,
bir evin, bir evin bir odası olayım;
fısıltı ormanında uzun bir yolculuk,
bir kara delikten bir başkasına.
Fısıltılardan bir ses bulut cümlesi
takılıyor aklımın örümcek ağına:
Gençlik sadece yatak ve idmanda
işe yarar demiştiniz bir zamanlar bir yazınızda
umutsuzluk duraklarından birinde,
taş baskısında bir başka dünyanın.
Gezi Parkı’nda da işe yarıyor hocam gençlik
duvarsız evler yapıyor gaz tuğlasından
kilitsiz kapı, çerçevesiz pencere;
gençlik devrim yapıyor tarla açma sanatında!
Bir evin bir şeyi olayım, bir odası olayım dersen,
tencere tava çalıyor meslek sahibi özgür kadınlar,
tutulan ayı, pörsüyen güneşi kurtarmak için,
bir kara delikten ötekine girmeden önce, daha önce…
Ben işte böyle dedim!
III
“Akıl bizim gece gündüz rehberimizdir;
Akıldan başka imam yoktur.”
Al-Ma’arri
Yüzünde
yüreğindeki orman yangınının külleri:
Bir kozalak fırlar gider,
bir cehennem taşı yuvarlanır
yanında götürür kendi yangınını
bayır aşağı, bayırdan aşağı
yangın, orman yangını, ormanın yangını
sarar çevreni, kendini yakar.
Ben işte böyle dedim!
IV
“Gerekli olmayanın gerekliliği” der
bir şiirinde, yazdığı görmeden gören şiirler için
Abu’l Ala Al-Ma’arri.
Sonsuzluk ağıdır şiirler,
sonsuzluk tuzağı gören kör şiirler.
Bir aydınlanmadır dış körlük.
Öykünemezsin ne hayatına ne hayatsızlığına,
sağır kalamazsın kurşun dökülmemiş kulağınla
gereksiz gerekliliğine ama.
Gerekli olduğu zaman gereksizdir!
Gereksiz olduğu zaman gereklidir!
İnanmıyorsan bana
Kuyuya bir taş at, duy sesini:
Luzûm mâ lâ yalzam!
Ben işte böyle dedim!
V
“Artık şarkı dinlemek istemiyoruz
şarkı söylemek istiyoruz!” demiş
Kadıköyde bir milyon insan:
“Biz de şarkı söylemek istiyoruz” demek
bunun anlamı nefes almak için
hep birlikte ağustos böcekleri gibi.
Ağaçlar kökleriyle konuşur, şarkı
söylerler ağustos böceği ağzıyla,
Kadıköy’de şarkı söylemeyi öğrendi karıncalar.
İnsanlarla birlikte bir milyon karınca-ağaç!
Rüzgarın sesi sustu ve dinledi.
Başka biri olsaydı, iyi bir şair,
“Devrimin Sesi oldu!” derdi.
Ben işte böyle dedim!
VI
“Yaşlı gittim şen geldim, aç koynunu
ben geldim” diyor,
çocukluğumdan bir şarkı.
Yoksa marş mı?
Aç koynunu ben geldim!
Unutmuşum, gerisi neydi,
çoktandır söylenmiyor.
Yaşlı gittim, genç geldim mi desem?
Yaslı gittim şen geldim,
yaşlı gittim genç geldim,
bana testi umut ver
çok uzak bir yerden geldim.
Böyle söyleniyor Gezi Parkı’nda
68’in kılıç artığı
görsünler diye ateş yakıyor
yolunu yitirmiş kervanlar.
Deniz feneri, dağ feneri, çöl feneri,
yaslı gidip şen gelmek için,
yaşlı gidip genç gelmek için.
Ben işte böyle dedim!
VII
Sabahın altısı: Ağustos böcekleri
böyle erken başlarsa saza
demek ki sıcak olacak gün.
Sabahın altını ve ağustos böcekleri,
yola çıkmak için uygun bir zaman.
Nerede benim dülger sandığım?
Antakya’ya gideceğim yaya,
eski Roma yolunun Gülek Boğazı’ndan,
yalınayak, başı kapak,
korların üzerine basa basa.
Acelem var: Beni bekliyorlar mezarlıkta!
Nerede benim kazmam ve küreğim?
Tabut çakıp mezar kazacağım.
Ya Hızır! Ya Hızır!
Ben işte böyle dedim!
VIII
Blaise Cendrars’ı anımsattı bana
Gezi Parkı, ah o da burada olmalıydı,
neden olmasın, Neyzen de olabilir.
Başka?
Başkasını siz ekleyin bu cümbüşe
şiir okurken, Metin Eloğlu’na ne dersiniz?
Suya ilk ve son damla mürekkebi damlatan
çolak adamdır Blaise Cendrars,
bir obüs sağ kolunu alıp götürmüştür
omzundan, savaş gazisi.
Bir Alman obüsü,
ortaklarımız yenildiği için
bizim yenik sayıldığımız bir savaşta.
Burun direği kırılmıştır
İçine kız kokuları çekerken
anasının amı gibi açık kalmıştır ağzı.[i]
Daktilo ile yazar şiirlerini,
fötr şapka giyer,
sigara eksik olmaz dudağında.
Son damla mürekkep damlayınca
çivit mavisi olur okyanus.
Sigarasını Tekel kibritiyle ben yakarım.
Ben işte böyle dedim!
IX
Yaşanmamış hayat! O da yaşanmıştır!
Yaşamadıysan gövdendeki bu yara izleri de ne,
ne ola, gözündeki metal parçaları?
İnsanın bir hayatı olsun da
yaşamasın olur mu? Yaşatırlar.
Zorla.
Kızılay’daki ölü sen değil misin?
Antakyadaki ölü sen değil miydin?
Yaşanmıştır hayatın. Herkes yaşadı
ve herkes oldun iki âlemde
(böyle diyor inananlar).
İnsanın bir hayatı olsun da
yaşanmasın olur mu?
Oldu ve olmadı işte.
Senin hayatın, karanfillerin bırakıldığı yerde,
biber gazıyla kutsadılar
panzerle kutladılar.
Palayla kovalandın!
Yaşadın sen, Mersin’de
Akdeniz Oyunları’nın yapıldığı yılda
Gezi Parkı’da sevgilini, yoldaşını bekledin,
özgürlüğü savunurken zebanilere karşı
eşitliği ararken yarin dudağından gayri her yerde
Kardeşliği öğrendin, keşfettin, kardeşlerin var
ana ayrı, baba ayrı.
Ben işte böyle dedim!
X
Polisin biber gazıyla saldırdığı kırmızılı kadın,
mesafe yakın;
tomanın önünde kollarını iki yana açıp duran kadın,
siyahlı,
biraz sonra hep öyle kalacaklar bellek çadırında:
Bir kadın ki üzerine polis yakın mesafeden
biber gazı fışkırtmıştır, kırmızı, kırmızılı kadın;
kırmızı değil, daha kırmızı, en kırmızı,
utanan bulut rengi. Çıplak omzunda beyaz çanta.
Özgürlüğün rengi var, kırmızı;
bir kırmızılı kadındır özgürlük,
kadındır özgürlük, dişidir özgürlük, yedi veren doğurgan!
Tomanın önünde bir kadın, önünde değil, karşısında,
karşı karşıya, siyahlı;
bir sedef ayna, canavarın karşısında.
İlk kez yasın simgesi değil siyah, utkunun rengi;
siyah özgürlük, kara özgürlük!
Kara özgürlük ağacı, kadın ağacı,
kolları iki yana açık, kolları, açık,
kendisi rüzgâr olan uçurtma,
kendisi uçurtma olan rüzgâr.
Nerede o su püskürten ilkçağ hayvanı?
Ben işte böyle dedim!
XI
İnsanı dinden çıkartan sabah ezanı
Dağılıyor kayalara çarpa çarpa.
İnsan nasıl gider bir kara deliğin beklediği yere?
Toplamıyor çıkartıyor, bölüyor çoğaltmıyor.
Gezi’de nasıl bir araya geldi, Gezi’de
bunca kalabalık? Fısıltıyla, mırıltıyla.
İyi oldu uyandığım, Mustafa Ali’nin uyanması iyi oldu,
düşüneceğim şimdi siyahlı ve kırmızılı kadınları,
kadınlarını bütün renklerin,
asitli sislerin içinde hepsi ayakta, tay gibi.
Delacroix’ın Özgürlük’ü halinde.
Özgürlük neden erkek değil de kadın?
Aşktır, kavuşmadır, Şirin’dir özgürlük!
Rasgele açıyorum Yolculuk Notları’nı
bizim çolak Blaise Cendrars’ın,
işe bak arkadaş “Bastille Kenefleri” çıkıyor şansıma.
Güneş dünyanın bir başka yerinde vakit geçiriyor,
iş başı yapmadı hâlâ ama habercileri var: Kadın kokuları!
Düşünüyorum: Şiir böyle yazılıyor Gezi’den bu yana,
ey okur şaşırma! Yalnayak, başı kapak, göğüs bağır açık,
derbeder, çabulcu diye tesmiye ettiği bir yoz koçanın…
Uyanırken gördüğüm o yüz gelecek hayatım benim![ii]
Ben işte böyle dedim!
XII
“Sinirlenince çok güzel oluyorsun Türkiye!”
Direnirken, dikiş dikerken, yemek pişirirken çok güzel oluyorsun;
kirvem, eniştem, dünürüm, damadım, gelinim,
sevgilim Türkiye yetmiş beş yaşında;
konuşurken, sevişirken, öpüşürken, gebe kalırken, çocuk doğururken
çok güzel oluyorsun Türkiye;
beni eğlendiriyorsun Türkiye; şaşırt beni Türkiye;
gaz bulutlarının arasında, sokak aralarında, su oklarının altında
çok çapkın oluyorsun Türkiye; beni şaşırtıyorsun Türkiye;
gel meyhaneye gidelim, aznif oynayalım, orman yangını söndürelim Türkiye.
Türkiye olduğun zaman çok güzel oluyorsun Türkiye;
hiç kimse olduğun, herkes olduğun zaman çoktan da güzel oluyorsun;
hiçbir yerde ve her yerde; karada, denizde ve havada çok güzelsin Türkiye!
Atlayıp aynanın arkasına geçiyorum, aynanın arkasında sen varsın Türkiye!
Demircinin örsünden fışkıran kıvılcım var ya işte o sensin Türkiye!
Kor demir suya girer, cısss, işte o sensin Türkiye!
Çakmak taşının ağzındaki kar, sensin Türkiye!
Serçe kartal, kartal serçe, Türkiye!
Divanedir! Divane Meclisi, pervane Türkiye, harman yeri, su arkı!
Mutludur güzel bir şiirin tuğlası sözcükler,
mutludur uçurtmaları kanatlandıran rüzgâr; rüzgârın ağzı Türkiye,
uykunda dans ederken görüyorsun kendini, uyanıkken,
bir Cumhuriyet balosunda, Taksim Meydanı’nda, Kuğulu Park’ta,
savruluyor ipek eteklerin geyik bacakların döndükçe.
Dolgun kalçaların ne güzel! Ne güzel dolgun kalçaların!
Delirince büyülüyorsun, kendini aşıyorsun, aşılanıyorsun Türkiye!
Ben işte böyle dedim.
Gündoğan, 5 – 30 Temmuz 2013
—————————————
[i] [i]BÜYÜK FETİŞLER
İşte erkek ve kadın
çirkinlikte ve çıplaklıkta eşit .
Erkek daha az yağlı kadından ama daha güçlü
karnının üzerinde eller ve kumbara ağız.
Çirkinim ben
Şu kız kokularını çeke çeke yalnızlığımda
Başım kazan gibi burnum ha düştü ha düşecek.
Kaçmak istedim reisin karılarından
Güneşin taşından çatırdıyla kırıldı başım
Kumsalda
Bir ağzım açık kaldı
Açık bağırıp duran
Amcığı gibi anamın.
Ağaç budağı
Meşe palamutu biçiminde baş
Sert ve boyuneğmez
Soyulmuş yüz
Cinsiyetsiz ve hayasızca gülen tanrı.
(Blaise Cendrars)
[ii] René Char, “Marie futur, c’est ton visage quand tu dors” (CHAUME DES VOSGES), Futreur et Mystère içinde, Poésie/Gallimard, s.152