(Bu yazı, saygı duyduğum ender insanlardan biri, yol arkadaşım , şair, yazar ve devrimci Ataol Behramoğlu’na adanmıştır!)
Başyüce R.T.Erdoğan, Batman’da kadro isteyen taşeroncu petrol işçilerine “Nankörler!” diye horozlanıyor. Horozlanır!
Bir petrol işçisinin televizyonda anlattığına göre, gösteri yapan işçilerin amacı, Başyüce RTE’ye seslerini duyurmakmış!…
Eh, duyurdun ve ağzının payını aldın!
Bilinçli işçi, emekçi, köylü-çiftçi, kimseden ricada bulunmaz, kimseye yalvarmaz… Tarihte örnekleri var!
Başyücelere, Başcücelere sesini duyurmak isteyen, üyesi olduğu sendikasıyla, üyesi olduğu partisiyle sesini gümbür gümbür duyurur!
Bu nedenle, hakkını savunan hiçbir işçi, hiçbir köylü, hiçbir kimse, savunmak istediği şeyi tek başına savunamaz, örgütünün içinde savunur ve kendisine “Nankörler!” diye hakaret eden kimseyi bulunduğu yerden indirir! Terslendiği zaman kös kös geri gitmez!
Doğru zamanda bulunman gereken yerde bulunacaksın, başka yerde değil!
Yapman gerekeni, tam zamanında yapacaksın!
Söylemen gerekeni tam zamanında söyleyeceksin!
Yazman gerekeni tam zamanında yapacaksın!
Zaman ve eylem treninin bileti tek yönlüdür, “Tek gidiş!”tir.
Bunları yapmadıysan eğer, geçmiş olsun!
Tarihte “deneme-yanılma-deneme” metodu geçerli değildir. Deneme yoktur, eylem vardır!
“Yetmez ama evet!”te yanıldın, çünkü daha önce de yanılmıştın! TİP (Türkiye İşçi Partisi) döneminde yanıldın, daha sonra “aydıncılık” oynarken durmadan yanıldın!
Hep yenildin, hep intikam almak istedin! Yenilgini zenginliğe, zafere dönüştüremedin!
İşte bu yüzden, Cumhuriyet’ten öcünü almak için, Özal’ın bokunda boncuk aradın, laflarında cevher aradın; senin bokunda boncuk yoksa, içinde cevher yoksa, geçmiş ola!
Tarihle, marihle, cumhuriyetle yüzleşmeden önce kendinle yüzleşeceksin, eğer aynada görebileceğin herhangi bir yüzün kaldıysa! Şimdi, Cumhuriyet’i kurtarmak için, hangi yüzle HDP için oy istiyorsun!
Şimdi okuyacağınız dört yazı Hürriyet gazetesinde, 2007 yılında yazıldı. Bu yazıları yazdım, çünkü o zaman da doğru yerdeydim, söylemem gerekeni söylüyordum, yazmam gerekeni yazdım ve bunun bedelini ödedim. Daha önce de ödemiştim, bundan sonra da ödeyeceğim!
Son sözüm şudur: Kenan Evren’e, Turgut Özal’a, AKP ve Başyüce’ye nasıl olursa olsun bir dirhem hizmet etmiş hiç kimse benim yanımda bulunamaz. Yanılgı ve yanılma, bu işte erdem değildir!
O halde “yanılanlar koğuşu”nda kalacaksın!
Ben bir başkasıyım! Sen, sadece sensin!
Hep yanıldın, Cumhuriyet’i anlamadığın için yanıldın!
Ailevi ve bireysel nedenlerle, kuyruk acılarıyla Cumhuriyet’ten intikam almak istediğin için yanıldın!
Beynin mideye dönüştüğü için yanıldın!
Özdemir İnce
5 Mayıs 2014
***
NATO KAFA NATO MERMER
500 AKP’li Aydın, askerin muhtırasını (ben “dilekçe” diyorum) kınamış (Milliyet, 14.05.07). Ben bu işi günler önce yapmış ve hükümeti “dilekçe”nin sorumlularını görevden alıp haklarında dava açmaya davet etmiştim. Başbakan R.T.Erdoğan, Genel Kurmay Başkanı’nı görevden almak yerine kendisiyle İstanbul’da halvet olup “gayfe” içerek iki üç saat sohbet etti.
Bu 500 kıdemli aydın yılda birkaç kez bir bildiri yayınlayıp askeri suçlar ve daha çok demokrasi ister. Kafalarında “Cumhuriyet” gibi bir kavram olmadığı gibi “Daha çok demokrasi”den neyi anladıklarını da açıklamamışlardır. Dahası, AKP’nin iktidar döneminde hükümeti demokrasi yoluna davet ettiklerine de tanık olmadık. Bu nedenle kendilerini AKP’li olarak adlandırıyorum.
Aralarında “Ana rahmine haklı düşenler”, “Neo-liberaller”, “Sabık ve sakıt solcular” var: Ahmet Altan, Mehmet Altan, Çetin Altan, Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Kürşat Bumin, Baskın Oran, Eser Karakaş, Etyen Mahcupyan, Halil Berktay, Mete Tuncay, Murat Belge, Oral Çalışlar gibi… Ben bunların hepsine artık “Yeni Mürteciler” diyorum.
İmzacılar arasında şaşkın ve heveskar edebiyatçılar da var. Edebiyat yazarları bağışlanabilir !
İmzacılar arasında, bir de, Evrensel Ermeni Lobisi ile Ermeni Zoryan Enstitüsü’nün klonlama yoluyla türettiği Taner Akçam var, ki kendisi Yeni Mürtecilerin yol arkadaşıdır.
Beni şaşırtan imza : Prof.Dr.Sadun Aren !
Merak ediyorum, Türkiye’de demokrasinin kurallarına uyması gereken sadece Türk Silahlı Kuvvetleri mi ? Sadece TSK ise, 500 profesyonel imzacıya söyleyecek hiçbir sözüm olamaz. Başta hükümet (yürütme erki) olmak üzere siyasal partilerin, TBMM’nin (yasama erkinin), yargının, medyanın, üniversitelerin demokrasi bağlamında hiçbir sorumluluğu yok mu ?
Yeni Mürtecilerin sivil toplum örgütü (!) bile saydığı tarikatların, cemaatlerin hiçbir demokratik sorumluluğu yok mu ?
Yeni Mürteciler, TSK’yı, üniversiteleri, Anayasa Mahkemesi’ni, Yargıtay’ı, Danıştay’ı, YÖK’ü beş namaz vakti eleştirirler ama başta Altan familyası olmak üzere, AKP’nin yoksullaştıran ekonomi politikasını, başta AB ilişkileri olmak üzere karaya oturan dış politikasını eleştirdikleri görülmemiştir. Aynı kadro Cumhuriyet toplantıları için olumlu tek satır yazmamıştır.
AKP iktidarı Cumhuriyet’in temel ilkelerine aykırı yasa çıkar(a)madı. Çünkü çıkartamazdı. Yasa önerisi bile yapamazdı. Ama İmam-hatip politikasını sinsice yürüttü. Bu uğurda YÖK karşısında kanlı meydan savaşları verdi. 50’den fazla AKP milletvekili müstehcen buldukları için bir defileyi terk etti. Devlet kadrolarına imamlar ve hatipler dolduruldu. Medyada, şimdi hükümetin gazeteleri, radyoları ve televizyonları var. Ama Yeni Mürtecilerde tıs yok.
AKP hükümeti, Cumhurbaşkanı seçiminden, Cumhurbaşkanını halka seçtirmeye varıncaya kadar onlarca demokrasi çamı devirdi ama Yeni Mürtecilerde gene tıs yok !
AKP iktidardan ayrılır ayrılmaz Yeni Mürteciler yeni hükümetin eteğine sarılacaklar. Olan, Yeni Mürtecilerin peşinden giden, kalın belkemikli edebiyatçılara olacak.
(HÜRRİYET, 23 MAYIS 2007)
***
500 İMZA MAKİNESİNE SORULAR
500 imza makinesinin imzaladığı yurttaş bildirisinden bir alıntı :
“Oysa son günlerde yaşananlar, olması gerekenin tam aksine ‘vesayet demokrasi’nin açık darbeye dönüştürülmesi için bahaneler arandığını gösteriyor. Bizler laik cumhuriyetin, muhtıralara yaslanarak değil ancak daha fazla demokrasi içinde yaşatılacağına inanıyoruz. ‘Ne mutlu Türküm demeyenler düşmandır’ diyebilenlere yanıtımız açıktır : Bizler bu ülkenin sorumlu, duyarlı vatandaşlarıyız ve yaratılan bu ortamda asla mutlu değiliz. Özgür, demokratik, laik Türkiye’yi korumaya kararlı yurttaşlar olarak demokrasiyi yok etmeye karşı direnme hakkına sahip olduğumuzu açıkca belirtiyoruz.”
Yeni Mürtecilerin böyle bir kaygısı yoktur ama bu bildiriyi imzalayanlar arasında önemli edebiyatçılar var. Yukarıdaki bildiri parçasında yer alan zihinsel bulanıklar, mantıksızlıklar hakkında edebiyatçılara birkaç soru soracağım:
1.Her bildiride yer alan “Daha fazla demokrasi” düşüncesinin içeriği ne ? Bunu bir kez olsun bize açıklayın ? Sonra daha fazla demokrasi isteğinin muhatabı kim ? TBMM mi, AKP hükümeti mi, siyasal partiler mi, Türk Silahlı Kuvvetleri mi ? “Daha fazla demokrasi”, soğuktan etkilenen bir sebze mi ki pazara getirilmiyor ? AKP hükümeti daha fazla demokrasi getirmek istedi de TSK mı engel oldu ? Bildiri metninde neden AKP’nin adı geçmiyor ?
2.“Yaratılan bu ortamda asla mutlu değiliz” diyorsunuz. Benim “Dilekçe”, sizlerin “muhtıra” adını verdiğiniz metnin yayınlanmasından önce mutlu muydunuz ? Yoksa metnin yayınlanması mı mutsuzluğunuza neden oldu ? Metnin yayınlanmasından önce de mutsuz idiyseniz, bunun sorumlusu kim ? Mutsuzluğunuzun nedeni AKP hükümeti ise, bunu neden açıklamıyorsunuz ?
3.”Özgür, demokratik, laik Türkiye’yi korumaya kararlı yurttaşlar olarak demokrasiyi yok etmeye karşı direnme hakkına sahip olduğumuzu açıkça belirtiyoruz” diyorsunuz. Peki AKP’nin “Laik Türkiye”yi yok etme girişimlerine karşı direnme hakkınızı nasıl kullanıyorsunuz ? Bilelim! TSK’nın metni yayınmadan önce laiklik ve demokrasi tehdit altında değil miydi ? Laik ve demokratik cumhuriyetin AKP iktidarı tarafından tehdit edildiğini görenler en azından dört yıldır laiklik ve demokrasiyi savunmaktalar. Ama sizler ancak 27 Nisan 2007 gecesi uyandınız uyuduğunuz derin uykudan. Uyku hapı mı içmiştiniz ?
“27 Nisan 2007 gecesi yayımlanan Genel Kurmay Başkanlığı muhtırası, zaten kısıtlı olan demokrasimizi çok ağır yaraladı” buyuruyorsunuz. Bu muhtıranın yayınlanmasından önce demokrasinin üzerindeki kısıtlılığın kaldırılması için TBMM’ne, AKP hükümetine, siyasal partilere herhangi bir siyasal baskı girişiminde bulundunuz mu ? Bulunmadınız !
1982 Anayasası’nın, Siyasal Partiler Yasası’nın, Seçim Yasası’nın demokratikleştirilmesi, seçim barajının ve dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda yayınlanan her hangi bir bildirinin altında imzanız var mı, yoksa 27 Nisan 2007’den sonra mı aklınız başınıza geldi ?
Ey edebiyatçılar, ey sanatçılar, ey akademisyenler ! Yeni Mürtecilerin peşine takılarak saygınlığınızı iki paralık etmiş olmuyor musunuz ?
(HÜRRİYET, 25 MAYIS 2007)
***
DAHA FAZLA DEMOKRASİ
Mersin Lisesi’nin orta kısmında “Göbek Emmi” adıyla ünlü bir Türkçe öğretmenimiz vardı. Kulağı pek duymazdı. “Bu nasıl cümle ?” diye sorardı ve sorunun tek yanıtı vardı: “Mütemmimli cümle hocam !” Bu nasıl sıfat, bu nasıl fiil, bu nasıl zarf ? Hepsi “mütemmimli” idi. “Mütemmimli” diyen alırdı geçer notu ! Allah rahmet eylesin, gene de bir şeyler öğrendik Göbek Emmi’den. Onun sayesinde edebiyat eleştirisinde “Göbek Emmi Yöntemi” adını verdiğim bir yöntem keşfettim.
Önderliğini ünlü Yeni Mürtecilerin yaptığı bizim bildirimenler de her konuda “Daha Fazla Demokrasi” istiyorlar. “Aslan Asker Şvayk”ın her hastalığa “Tenkiye !” isteyen doktoru gibi. PKK fesadı için daha fazla demokrasi ; Güney Doğu Anadolu için daha fazla demokrasi; Kıbrıs fesadı için daha fazla demokrasi; Ermeni Soykırım fesadı için daha fazla demokrasi; İslamcı fesadına karşı daha fazla demokrasi; İmam-Hatip ve türban fesatları için daha fazla demokrasi. Demokrasi büyülü sözcük. “Açıl ya susam” gibi.
Demokrasinin tek başına hiçbir işe yaramadığını kanıtlamak için, Jacques Ranciere’in “La haine de la democratie” adlı kitabını Türkçeye çevirttiriyorum. Bu yılın sonunda yayınlanır. Yeni Mürteciler takımından Prof.Dr.Ahmet İnsel merak ediyorsa Fransızcasından okuyabilir. Ben okudum. Okusun, demokrasinin her derde deva ebegömeci olamadığını belki anlar.
“Demokrasi” kavramı siyasal şantaj malzemesi yapılamaz.
Demokrasi tepesine ya ben ya da Yeni Mürteciler yanlış yerlerden tırmanıyoruz. Ben Cumhuriyet ilkelerine, Anayasa’ya uygulamada (lafta değil özde) tam bağlılık olmadan demokrasinin koşul ve ortamının oluşacağına inanmıyorum. Bu nedenle siyasal partilerin ve iktidarların Cumhuriyet ilkelerine ve Anayasa’ya tam bağlılıklarını denetliyorum.
Bunun için, 1982 Anayasası’nın, Siyasal Partiler yasasının, Seçim Yasasının demokratikleştirilmesi ve yüzde 10 barajının kaldırılması gerektiği kanısını taşıyorum.
TBMM’de bunların hepsini yapabilecek güce sahip AKP’nin gerçekten demokratikleşmenin önündeki en büyük engel olduğunu düşünüyorum.
AKP’nin PKK, Kuzey Irak, Kıbrıs, Ermeni, Avrupa Birliği, ABD politikalarının fiyasko olduğunu düşünüyorum. AKP’nin demokratik bir yönetim kurmayı değil oligarşik totaliter yönetimin peşinde olduğunu düşünüyorum. Siyasal iktidarın ötesinde devlet iktidarını da ele geçirmek ve yönetimden ayrılmamak hesapları yaptığından kuşkulanıyorum. Bunun somut uygulamalarını görüyorum. Aldığı yüzde 34 oy ile milli iradenin tamamına sahip (!).
Ben gerçek demokrasinin peşinden gidiyorum. Yeni Mürteciler, gerçek demokrasinin peşinden gitmek yerine AKP’nin peşinden gidiyorlar. Gitmekle kalmıyorlar, hükümet iktidarının Anayasa Mahkemesi, AİHM, Danıştay, Yargıtay tarafından sınırlandırılmasını istemiyorlar. Hiçbir alanda demokrasi kavgası vermiyorlar ve askeri kınayarak demokrat olacaklarını sanıyorlar. Orhan Alkaya’nın kızı, atanmış torunum Asude’nin “Nondurma” istemesi gibi, sadece daha fazla “nemokrasi” istiyorlar. Son bir ayda bile antidemokratik olduğunu her gün kanıtlamış bir yönetimde daha fazla demokrasi ne işe yarar ? Bu körleşme, sağırlaşma, dilsizleşme ve bönleşme artık midemi bulandırıyor.
(HÜRRİYET, 26 MAYIS 2007)
***
ABD, AB DÜŞMANLIĞI İYİDİR !
“Kahrolsun Amerika Birleşik Devletleri ! Kahrolsun Avrupa Birliği !” diyemem, böyle bir cümle yazamam, ama “Ne AB, ne ABD, tam bağımsız Türkiye !” diye haykıranları anlarım, onlara saygı duyarım. Çünkü “Kahrolsun Türkler, Kahrolsun Lazlar ! Kahrolsun Kürtler! Kahrolsun Araplar !” diye bağırmıyorlar.
Bu insanlar, Ankara, İstanbul, Manisa, Çanakkale ve İzmir’de alanları dolduran milyonlarca insan AKP’ye ve onun hükümetine de karşılar. AKP’ye karşılar çünkü onun iktidardan sonra devleti de ele geçirmek istediğine inanıyorlar. Ve bu inançlarında çok haklılar.
Yeni mürteciler, kendi sapkınlıklarını unutup, bu milyonların hareketini faşizan ve militer buluyorlar. Şimdi bu siyasal ve insani “durum”u irdeleyelim.
Sonunda, savunduğum, istediğim, yazdığım, söylediğim şey oldu. “Cumhuriyet” kavramı nihayet siyasal sözlükteki yerini aldı. Olması gerektiği gibi. Bu oluşumda benim de epeyce payım var. İlkin şunu belirtelim: “Cumhuriyet Mitingleri”ni düzenleyenler ve bu mitinglere katılanlar ne İslamcı basına ne de laik basında yazan Taha Akyol, Mehmet Ali Birand, Hasan Cemal, Yasemin Çongar, Cengiz Çandar, İsmet Berkan, Umur Talu, vb., yazarlara kendini beğendirmek zorunda değil. Bu zevat, AKP ve kadrosunun değiştiğine gönüllü inanıyor ama meydanları dolduran milyonların bu eylemi cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliliği ve sosyal hukuk devletini savunmak için yaptığına inanmıyor. Keyfleri bilir !
Taha Akyol’a göre taşınan pankartlar totaliter ve paranoyak hissiyatın örneği imiş (Milliyet, 08.05.07).
Umur Talu’ya göre, Türkiye’de ortaya çıkan Cumhuriyetçiliğin özgürlük, eşitlik, kardeşlik idealleriyle ilişkisi yokmuş, demokratikleşmeye öfkeli bir oluşum imiş (Sabah, 08.05.07).
Cumhuriyetçi topluluk, Pentagon’u yeni Türkiye haritaları yayınlayan, PKK’yı koruyup destekleyen, Irak’ı işgal eden, yer altı ve yerüstü stratejik zenginlikleri olan ülkeleri silah zoruyla demokratikleştiren (!), Türkiye’ye ılımlı İslam kefeni giydirmek isteyen, Ermeni Soykırımı yasasını başımızın üzerinde cellat kılıcı gibi sallayan ABD’yi sevmiyor, istemiyor. ABD yaptıklarını yapmazsa bu duygu ve düşünceler değişebilir. ABD, artık Türkiye’de AKP iktidarından başka bir sivil toplum iktidarı olduğunu biliyor. Bu bilgi ilişkilerimizi sağlığına kavuşturacaktır. “Amerika’ya karşı iyi davranın yoksa ülkenize demokrasi getiririz” (“Be nice to America or we’ll bring democracy to your country”) komik tehditi sökmez artık !
Sırası gelmişken Ilımlı İslam ne anlama geliyor açıklayayım: Bu İslam, sivilleşmiş, çağdaşlaşmış, hurafelerden kurtulmuş, cumhuriyet ve demokrasiye uyum sağlamış bir İslam değil. ABD’nin politikasına bağlı ve bağımlı bir İslam. AKP bu nedenle destekleniyor.
Avrupa Birliği de artık ayağını denk almak zorunda. Fransa, Türkiye’yi halkoyuna sunarsa, Türkiye de AB’yi kendi halkına sorabilir.
AKP iktidarda kalırsa, bundan sonra ABD ve AB ile ilişkileri daha kolay ve daha sağlıklı olabilir. Kullanmaya cesareti varsa, elinde artık somut kozlar var. 22 Temmuz yeni bir hükümet verirse, bu “Sağlıklı” ABD ve AB karşıtlığından onurlu bir politika çıkabilir.
AKP ve İslamcı basın ile laik basında konuşlanmış zevatın bu gerçeği görmesi çok güç !…
(HÜRRİYET, 27 MAYIS 2007)
***
Peki siz nerede duruyorsunuz, ne söylüyorsunuz, ne yazıyorunuz, bindiğiniz taşıt sizi istediğiniz yere görürecek mi?
Benim 1968 yılında da içinde olduğum tren beni şu anda bulunduğum yere getirdi. 1968’e gelirken de o trenin içindeydim, şimdi de o trenin içindeyim!
İnmeye hiç mi hiç niyetim yok! Yeni Mürteciler’in dediği gibi hâlâ aynı otlakta otluyorum.
Şimdi okuyacağınız şiir parçası, 1968 yılında yazılan DURUŞMA adlı, KİRAZ ZAMANI (1969) adlı kitabımda yer alan destansı şiirin son bölümüdür.
***
(BİLİYORUM):
Gerçek yenecektir
çağlar içinde gitgide ışıyan bir değişim
kendiliğinden soğuktan sıcağa giden ısı
gün gelecek en ince en karmaşık en gizemli yönleriyle
sınırları düşünmenin uzaklığı da olsa arada
çiçektozlarını savuracaktır yeni insanımızın
bitimsiz bir ilkyazda bembeyaz
gökyüzüne alevden bir çarşaf gibi
altın çiçektozlarını savuracaktır
kurşunkalem mürekkep ve yeni kitap kokusu
saracaktır dar sokakları karanlık odaları
çocuklar daha sağlam doğacaktır
anneler daha doğurgan
babalar daha verimli
ve her on çocuktan sekizi ölmeyecektir
bir yaşını doldurmadan
oyunları tanımadan
oyuncaklara doymadan
küçük ipek ayakları yeşil otlara basmadan
diri dağ sularını içmeden
tütün ve şarabı bilmeden
mutsuzluk ve acıyla güzelleşmeden
mutsuzluk ve acıyla çirkinleşmeden
“Seni seviyorum” demeden özgür dudaklarla
el değmemiş sözcüklerle yepyeni bir kadına
yüreğinde binlerce serçe kuşu büyütüp
bir erkekle birlikte yürümenin tadını bilmeden
her on çocuktan sekizi ölmeyecektir
ölürlerse bir gün ölümleri kusursuz olacaktır
yüz yaşında bin yaşında
kusursuz doğal bir ölümle kendi ölümleriyle
solgun yüzlü avcılardan uzaklarda
elleri gözleri
yürekleri
karınları doymuş
çocuklar büyüyecektir
çünkü gerçek yenecektir
ve çocuklarımız büyüyecektir!
Allı turnam akça gülüm
kazanılacak bir dünyam var benim!
kazanılacak bir dünyamız var bizim!
Bir gölge gibi yaşadı dedem
bir gölge gibi yaşadı annem
bir gölge gibi yaşadı babam
bir gölge gibi yaşadım bir zamanlar
ama gene de öğrendim ateşi ve deliliği
toprağı erdemi suyu ve tohumu
çeliğe su nasıl verilir
bir atın yelesi nasıl taranır
nasıl yürünür el ele omuz omuza
ve nasıl suvarılır sürü öğrendim
elim kaleme vardı
elim kalemi tuttu
gözlerim çözdü gizemini harflerin sözcüklerin
çınar gövdesinden ve granitten yontuldu yüzüm
tanıdım kendi öz gövdemi
ve gövdemin çağdaş kurtlarını
işte geldi şimdi saati
sevmenin ve adanmanın saati
yedi kat gökteki umutlar adına
lodos adına karayel adına
dört mevsimi sırtlarında
ölümü karınlarında taşıyanlar adına
çiçeğe duran ağaçlar adına
Afrika Asya ve Güney Amerika adına
Evrenin tüm kargınmışları adına
İşte geldi o
Sevmenin ve adanmanın saati!
Önemli olan güldür
Asya’da Afrika’da Güney Amerika’da açan güldür
Allı turnam akça gülüm
Kazanılacak bir dünyam var benim
Kazanılacak bir dünyamız var bizim!
Suçsuzum ve kalkıyorum ayağa!
(Muğla, Kasım-Aralık 1968)
(Kiraz Zamanı, Birinci Basım, May Yayınları, 1969; Altıncı Basım, Kırmızı Yayınları, 2010, “Rüzgara En Yakın Yerde, Toplu Şiirler 1” içinde)
“NATO KAFA NATO MERMERİ” üzerine bir yorum
Yorumlar kapalı.