Köyde, okulda, 1109 numaralı sandıkta oyumuzu kullandık. Sakin bir sabahtı. Oy verme süresi kısa olduğu için kapının önünde yığılma yoktu. Dün akşamdan itibaren yönümü şairlere çevirdim. Yorgo Seferis’in “Bir Şairin Günlüğü”nü (İş Bankası Kültür Yayınları) bilmem kaçıncı kez tekrar okumaya başladım. Sonra bazı şeyler sökün etti. Kitabın önsözünde “Seferis’in günlüğü, daha doğrusu, burada basılan bölümü, 2.Dünya Savaşı’nın bitiminde Yunanistan’ın müttefiklerce kurtarılmasının hemen ardından başlar (…) 1944 Ekim’inde, Seferis’in de üyesi olduğu sürgündeki Yunan hükümeti, eski Yunan yıkıntılarının bulunduğu Paestum’un otuz mil kadar kuzeyindeki İtalyan köyü Cava del Tirreni’de toplandı. Ertelenmiş, yurda dönüş programının son hazırlığı bu toplantıda yapıldı. Orada, Seferis görkemli savaş şiirlerinin sonuncusu olan “Son Durak”ı yazdı. Bu şiirde savaş deneyimini, belki de, öbür şairlerden çok daha iyi özetledi” cümlesini okuyunca Herkül Millas ile ben fakirin ortaklaşa çevirdiğimiz, Yorgo Seferis’in BÜTÜN ŞİİRLERİ’ni (Varlık Yayınları) açtım ve şiiri buldum, aşağıya aktardım. Bu şiirin yapısından, anlatı tarzından, Türk şairlerinin çıkarması gereken çok önemli dersler var.

*** .
YORGO SEFERİS / SON DURAK
Azdır sevmiş olduğum mehtaplı geceler.
Daha açık seçik okuyabilirsin
sona eren günün yorgunluğunun elverdiği ölçüde
heceleye heceleye içinde bir başka anlam
ve başka umutlar keşfettiğin yıldızlar alfabesini.
Şimdi işsiz oturmuş hesaplarken
görüyorum ki çok az mehtap kalmış aklımda;
Yaslı Meryem Ana renginde adalar, son dördünde, geç saatte,
ya da bazen kuzey kentlerinde
coşkun yollara, ırmaklara ve insan bedenine
ağır bir uyuşukluk bırakan ay ışığı.
Ama dün gece burada
ufukta dönüş saatini gözlediğimiz
bu son iskelede
tıpkı eski bir borç gibi, yıllarca bir cimrinin
kasasında bir köşede kalmış para gibi
nasıl ödeme saati gelir de sonunda
duyulursa para sesi masada,
bu Etrüsk köyünde, Salerno denizinin gerisinde,
dönüş limanlarının arkasında
bir sonbahar borasının ucunda
bulutların arasından belirdi ay ve evler
mine gibi parıldadı karşı yamaçta.
“Amica silentia lunae.”
Bu da bir çağrışım, bir yolu
güçlükle itiraf ettiğin şeylerden konuşmanın;
açılır gibi gizlice kaçıp gelmiş
evden ve dostlardan
haberler getirmiş bir dosta:
Elini çabuk tutup değiştirmeden onu gurbet
yüreğini ona açmaya can atar insan.
Arabistan’dan Mısır’dan, Filistin’den, Suriye’den geliyoruz;
bir kandil gibi sönen
küçük Kommagene Krallığı
geliyor sık sık aklımıza
ve binlerce yıl yaşadıktan sonra
mandalara otlak olan
şekerkamışı ve mısır tarlaları olan büyük kentler.
Çölün kumlarından, Proteus’ım denizlerinden geliyoruz
kamusal günahların duygusuzlaştırdığı ruhlar,
hepsi makam sahibi, kalesinde kuş gibi,
yaralarımızı azdırıyor
bu çukurda yağmurlu sonbahar,
ya da başka bir deyişle ceza ve alınyazısı
ya da kötü alışkanlıklar kısaca, yalan ve sahtekârlık
ya da başkalarının kanından yararlanan bencillik.
İnsan kolayca bozulur savaşta;
zayıftır insan, bir tutam ot,
bir ak göğüs arzulayan dudaklar ve parmaklar
günün yangınında kısılan gözler
ve yorgun bile olsalar
kârın en küçük çağrısına koşmaya hazır bacaklar.
Zayıftır insan, ot gibi susamış,
doymazdır ot gibi, kökleri sinirleridir, dallanırlar,
ve gelince hasat zamanı
başka tarlalarda ıslık çalsın ister oraklar
hasat zamanı gelince
kötü ruhları kovmak için bağırır kimileri
kimileri debelenir mal mülkte, söylev çeker kimileri.
Ama neye yarar cin kovmalar, zenginlikler ve nutuklar
uzaktayken yaşayanlar?
Yoksa başka bir şey mi insan?
Yaşamı ileten şey olmasın sakın?
Ekme zamanı, biçme zamanı.
Dostum, “Hep aynı şeyler, tekrarlayan şeyler” diyeceksin bana.
Ama hele bir değiştirmeye kalkış bakalım
göçmenin düşüncesini, insanın düşüncesini,
kendisi mala dönüşen insanın düşüncesini,
hele bir değiştirmeye kalkış bakalım, değiştiremezsin.
Belki de yamyamlar kralı kalmak isterdi burada
kimsenin istemediği güçleri saçıp savurarak
zambak tarlalarında gezinmek için
dans ederken korkunç maskeli saraylılar
dümbelek dinlemek isterdi belki bambu ağacı altında.
Ama çam ağacı gibi kesip yaktıkları ülke
aklından çıkmayan, susuz, camları kırık vagonlarda
geceler boyu gördüğün
ya da yanan ve istatistiklere göre batacak olan gemide gördüğün
ülke, kök saldı beynimizde, değişmez artık bütün bunlar,
toprakta kök salıp boy veren
yükselip büyüyen ve fersahlarca alan kaplayan
dallarını balta girmemiş ormanlara fırlatan
ağaçlar benzeri hayaller ekti bütün bunlar;
öldürülmüş dostların balta girmemiş ormanı usumuz
efsanelerle, mesellerle konuşuyorsam sana
daha tatlı dinlendikleri içindir. Ve korku,
canlıdır çünkü söz edilmez korkudan,
çünkü dilsizdir ve ilerler.
Gün boyu damlar, uykuda damlar
damla damla
belleği yaralayan acı.
Anlatmalıyım kahramanları, anlatmalıyım kahramanları: Hastaneden açık yaralarla kaçan Mihalis
kahramanları anlatıyordu belki de, o gece
karartılmış kentte ayağını sürüye sürüye dolaşırken
o gece aramızda rasgele haykırırken: “Karanlıkta yürüyoruz
ilerliyoruz karanlıkla…”
Karanlıkta ilerler kahramanlar.
Azdır sevdiğim mehtaplı geceler.
Cava del Tirreni, 5 Ekim 1944
(1911) (Herkül Millas-Özdemir İnce, BÜTÜN ŞİİRLERİ, Varlık Yayınları)

Günlük’ün okuduğum sayfalarında Seferis ikide bir Kavafis’e göndermeler yapıyordu. Kavafis’in, günün mana ve önemine uygun iki şiiri geldi aklıma. “Tanrı Antonius’a Sırt Çeviriyor”da, ertesi gün yenileceği ve her şeyini yitireceği savaş öncesinin betimlemesini yapıyor. Şiirin son dört dizesi benim ellerimi yakar. Çeviriyi yaparken de yakmıştı. İkinci şiir “Mart’ın İdus’u” bir başka âlem: Roma takvimine göre 15 Mart. Bir kâhin MÖ 44 yılında Julius Caesar’a Mart’m İdus’undan kendini sakınmasını söylemeye çalışmıştı; sofist Artemidoros ise Brutus ile Cassius’un suikast girişimini haber vermeyi başaramamıştı. Plutarkhos, Caesar’m Hayatı, LXXXII’de şunları yazar: “…Grek dili hocalığı yapan mesleği nedeniyle Brutus’un yandaşlarıyla yakın ilişkisi bulunan ve Caesar’a karşı hazırlanan fesattan haberi olan Artemidoros adında biri bir mektup yazarak durumu haber vermek istedi… Caesar’m yanma yaklaştı ve ona: ‘ Sana verdiğim bu mektubu tek başına ve hemen oku, zira içinde seni yakından ilgilendiren şeyler var’ dedi. Caesar mektubu aldı, ama yanındaki kalabalık yüzünden okuyamadı.”
TANRI ANTONİUS’A SIRT ÇEVİRİYOR
Eğer, gece yarısı, duyulursa ansızın
geçigi görünmeyen bir alayın
eşsiz müziklerle ve seslerle—
boyun eğen yazgına, başarısız girişimlerine
ve hep hayalde kalan tasarılarına hayatının
ağlama sakın boş yere.
Çoktandır bekleyen biri gibi, bir yiğit olarak,
veda et ona, bu giden iskenderiye’ye.
Aldanmayasın sakın, demeyesin hele:
“Bir düştü bu, kulaklarım yanlış duydu.”
Böylesine boş umutlara tenezzül etme.
Çoktandır bekleyen biri gibi, bir yiğit olarak,
yaraşırcasma böyle bir kentte yaşamak kısmet olmuş birine
yaklaş sarsılmaz bir kararla pencereye
ve duygulanarak dinle, ama
yakarmaları ve sitemleriyle değil korkakların,
son bir haz olarak dinle onları,
o gizemli ordunun benzersiz çalgılarını
ve veda et ona, yitirmekte olduğun İskenderiye’ye.
(1911)

MART’IN İDUS’U
Yüceliklerden kork, ey ruhum,
ve yenemiyorsan tutkularını eğer
kuşkuyla ve sakınarak izle onları.
Ve ne kadar ilerde yürürsen
o kadar uyanık ve dikkatli davran.
Kendi doruğuna erişip de Sezar olduğunda artık;
ünlü bir insan kalıbına girdiğin zaman,
İşte asıl o zaman dikkatli ol,
egemen ve herkesin baktığı biri olarak
çıktığında maiyyetinle birlikte sokağa,
yaklaşırsa kalabalığın içinden biri yanına,
sana mektup getiren bir Artemidoros,
ve aceleyle: “Hemen oku şunu,
seni ilgilendiren önemli şeyler var” derse sana,
durmamazlık etme sakın, ertele hemen
bütün görüşmelerini ve bütün işlerini;
uzaklaştır mutlaka, hemen,
seni selamlayanları, önünde diz çökenleri
(daha sonra görürsün onları);
bırak Senato da beklesin hatta,
sen hemen okumaya bak, oku
Arlemidoros’ım getirdiği o önemli yazıyı.
(1911)
(Herkül Millas-Özdemir İnce, BÜTÜN ŞİİRLERİ, Varlık Yayınları)