Erdoğan Aydın biraderimiz İslamiyetin Ekonomi Politiği (Kırmızı Yayınları) adlı kitabında bu adamların prototipini nasıl da güzel anlatır. İslamiyetin ekonomi zihniyetini simgeleyen birkaç sözcük-kavramı araştıracak olursanız şunları bulursunuz: Talan, yağma ve ganimet. Savaş olmadan, savaş kazanılmadan ne talan olur, ne yağma yapılır ne de ganimet paylaşılır.
Talan, yağma ve ganimetin ahlaki temellerini ararsanız, Arap töre ve geleneklerini İslamileştiren şeriatta bulursunuz. Arabistan’da İslamiyetin ilk yıllarında köle emeği, talan ve ticaret Tanrı’nın icazetini almış ve meşrulaşmıştır.
[İşte bu çerçevede İslamiyet, bir yandan kabile düzenini, kabileciliği aşan bir ideolojik müdahaleyle aşmaya, diğer yandan da sosyo-ekonomik yapıyı, temel çıkar dengelerini bozmadan yeniden organize etmeğe yöneliyordu. Esasen köle emeği, talan ve ticaret üçlemesi üzerinde yükselen bir sınıfın çıkarlarına hizmet eden yeniden üretim çabasının, bu üç temel bileşeni yadsıması düşünülemezdi. Nitekim İslamiyet bu üç bileşeni de Tanrı nezdinde meşru kabul eder.İlgili bölümde göreceğimiz gibi, öncelikle bizzat kurucusunun da mesleği olan tüccarlık, şehitlikle eş mertebede yü-celtilecekti. Kölecilik, Kur’an’da, tanrısal düzenin doğal bir parçası olarak değerlendirilerek, Arap toplumunda, diğer köleci toplumlara oranla günümüze kadar uzanan bir dayanıklılığa kavuşturulacaktı. Üçüncü bileşen olan talan ise kabileler arası yağmacılık (gaza-gazve) olarak Arap toplumunda çöküntü nedeni iken, dışarıya yöneltilip “cihat” olarak kutsanarak, Arap kavminin yükseliş aracına dönüştürülecekti.
Arap toplumunda mevcut sosyo-ekonomik yapı çerçevesinde, kabilelerin, birbirlerine saldırarak sürdürdükleri talan geleneği, aynı zamanda toplumu istikrarsız ve güçsüz bırakıyordu. İslamiyetle birlikte, dinsel gerekçelerle dışa yöneltilerek Arapların, hem diğer halkların talanı hedefinde birleşmesinin hem de diğer halklar ve dinsel inançlar üzerinde egemenlik kurmasının aracı olacaktı. Böylece İslamiyet, Araplar için merkezi bir yapı sağlamakla kalmamış, “Allah’ın dinini yayma” bayrağı altında diğer halkların birikimlerini Araplara akıtarak hızla zenginleşmelerini sağlayan etkin bir araç da olmuştur.
Esasen zekatın, kırkta bir gibi çok küçük bir miktarda tutulmasının bir nedeni de, talandan elde edilen gelirin büyüklüğünde aranmalıdır. Toplumunun kendi içinde dini bir aidiyet yaptırımı olarak saptanan, kırkta birlik zekat oranı, verimsiz topraklarda yaşayan Arap toplumunun yoksulluğuna ilaç olamazdı. Asıl önemlisi kabileler üstü devlet örgütlenmesinin ihtiyaçlarını karşılamaya da yetemezdi. İşte bu koşullarda önce Müslüman olmayan Araplara, ardından Medine Yahudilerine ait birikimlere el koyma şeklinde uygulanan talan, giderek İslami iktidarın temel gelir kalemi olacaktı. Böylece İslami ekonominin temelini oluştururken, İslami yayılmanın da motivasyon aracı haline geldi. Bu mekanizma sayesinde hem Arap kabile geleneğine karşı siyasal ve fikri birliğin, hem de başka halkların birikimi üzerinden zenginleşerek Ortadoğu’nun egemen kavmi haline gelmenin yolu döşenmiş oluyordu.
Ganimetçiliğin bu yeni sürecindeki ilk örnek, Bedir savaşı sonrasında gerçekleşmiş ve ele geçirilen ganimet, savaşa katılanlararasında “eşit” paylaştırılmıştır. Ancak, o döneme ilişkin çizilen ahlaki tabloların aksine, ganimetin paylaştırılmasıyla ortaya çıkan kargaşa ve giderek kendini dayatan merkezi ihtiyaçlar, islamiyetin meşru kabul ettiği talan için, hukuki bir çerçeve belirleme gereğini doğurmuştur. İşte İslamiyetin konuya ilişkin hukuku da bu gereksinimler çerçevesinde şekillenmeye başlanmıştır.
Söz konusu hukuk, özü itibariyle insanlık dışı, kendi içinde. sorunlu/çelişkili, biçimi itibariyle ilkeldir. Ancak bu hukuk, ekonomi politik açıdan İslamiyetin talancı karakterini ortaya koyması bakımından çarpıcıdır:
“Sana savaş ganimetlerini soruyorlar. De ki, ganimetler Allah ve Peygambere aittir. O halde gerçek müminler iseniz Allah’tan korkun, aranızı düzeltin (Enfal-l)”, “Eğer … iki ordunun karşılaştığı gün kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz ayetlere inanmışsanız bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’ın Peygamber’inin ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. (Enfal-41)
Görüldüğü gibi aynı surede, aynı dönemde, ama iki farklı durum özgülünde iki farklı hukuk öngörülmüştür. Ancak bu paylaşım sorununda farklılaşan her iki önerinin de ortak paydası, başka halkların, üretip biriktirdiklerine el koymayı uygun gören bir ‘tanrısal’ hukuk ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir.]
(İslamiyetin Ekomomi Politiği, S.32-33)
Okudunuz bölümün zihniyeti ile AKP iktidarının iktidarının kazanç zihniyeti aynı bileşenlerin ayakları üzerinde durmaktadır. Hz.Muhammed zamanında Araplar talan ve ganimet için dışarıya cihad yapıyordu, AKP iktidarı şimdi içeride halka karşı cihad yapmaktadır. Arabistan’da İslamiyetin ilk yıllarında köle emeği, talan ve ticaret Tanrı’nın icazetini almış ve meşrulaşmıştı.Günümüzde köle emeği işçi emeğine dönüşmüş; ihaleler ve rüşvet yoluyla talan yapılmakta; ticaret de “nafuz ticareti”ne dönüşmüş durumdadır.
Dine dayalı hiçbir meşruiyette ahlak ve vicdan olmaz. Utanmaz adam işte bu ahlaksız ve vicdansız meşruiyetten güç alarak, işyerinde katledilen 10 işçiyle ilgili olarak “İşçiler hatalı ve yalancı” demektedir. Köle emekçi emeğine saygısız adam!
AKP iktidara gelir gelmez Cumhuriyet döneminin yarattığı zenginlikler üzerine özleştirme silahıyla bir Arap aşireti gibi saldırmış, üretim yapan sanayi tesislerini, madenlerini, limanlarını, bankalarını yok pahasına yabancılara ve yandaşlarına peşkeş çekerek talanın ne demek olduğunu göstermiştir. Yüzde 78’i AKP döneminde yapılan bu talanın ne anlama geldiğini internetten (Milliyet Blog) yaptığım bır alıntıyla sergileyeceğim:
“1980’li yıllarda başlayan özelleştirme rüzgârı Türkiye’ye biraz geç uğrasa da, Cumhuriyetin değerleri bir bir üç paraya satılabildi(!)
Şöyle özelleştirmenin tarihine bir bakalım.
Türkiye özelleştirme ile ilk defa 1985 yılında tanıştı.
Bu öyle bir tanışma ki; Cumhuriyetin değerleri babalar gibi(!) satıldı!
Özelleştirme başladıktan bu yana tam 28 yıl geçti.
Türkiye’de 28 yılda tam tamına 43.5 milyar dolarlık değer babalar gibi satıldı!
Bu özelleştirmelerin yüzde 78’i yani 35.5 milyar dolarlık kısmı 2003-2012 döneminde yani AKP döneminde gerçekleşti.
AKP hükümeti, özelleştirmede elde ettikleri başarıyı her fırsatta dillendiriyor. Ancak nasıl bir başarı yakaladığını anlatamıyor. Bir yanda işsiz kalan vatandaşlar, bir yanda sözde özelleştirilen işletmeler kapatılarak, arsalarının değerlendirilmesi, öte yandan birkaç kez el değiştiren ve kar üzerine kar eden yandaşlar.
Bir örnekle bunu taçlandıralım. Tekel’in içki bölümü! İlk önce 299 milyon dolara yandaşlara satıldı, sonra bir ABD şirketine 1 milyar dolara, alanlar tarafından satıldı. En sonunda ABD’li şirket, bir İngiliz şirketine 2 milyar dolara sattı.
İsterseniz bir de Petrol Ofisi örneği verelim. İlk alanın Aydın Doğan ve İş Bankasının olduğunu biliyoruz. Sonra Aydın Doğan tümünü aldı. Sonra o da sattı. Kime? Sanıyorum Avusturyalı bir şirkete!
Bu kadar özelleştirme yapıldı da ne oldu?
Peki özelleştirmeden elde edilen bu gelirler nerede?.. AKP iktidarı ile geçen 9 yılda, yani 2003-2011 döneminde bütçe toplam olarak 225 milyar TL açık verdi. Aynı dönemde özelleştirmeden 48.2 milyar TL gelir elde edildi.
Bu gelirlerin 38.9 milyar TL’si Hazine’ye aktarılırken, kalan kısmı özelleştirilen kurumlara ilişkin borç veya sermaye transferi, işten çıkarılan personele ilişkin ödemeler olarak harcandı.
Sonuç, özelleştirme ile bütçe açığı toplamda 263.6 milyar TL olması gerekirken, 224.7 milyar TL’ye geriledi.
Ve bunun adı Ekonomik başarı oldu!
Kısacası özelleştirme bütçe açığını sadece yüzde 14.8 küçülttü.
Şimdilerde de bütçe açığı başa bela!
Onu da tüm ürünlere ortak zam yaparak tabana yayıyorlar!
Türkiye’nin göz bebeği onca değerli işletme, fabrika, tesis sadece bütçe açığının yüzde 15 küçültebilmek için mi yok pahasına satıldı? Biraz daha az harcayıp, o bütçe açıklarını, satılan işletmelerden elde edilen karlarla kapatılamaz mıydı?
Türkiye’de özelleştirmenin gerçekleştirildiği 28 yılda neler yapıldı bir bakalım; – 36 kamu şirketinin yüzde 50’den fazla hissesi satıldı, – 81 tesis ya da işletme varlık devri ile satıldı, – Özelleştirilen kurumlarda 27 bin 365 personel istihdam ediliyordu ve bunlardan 10 bin 24 kişinin iş akdi feshedildi yani işsiz kaldı, – Toplam 43.5 milyar dolar özelleştirme gerçekleştirildi, – 2003-2010 arası dönemde dünyada en fazla özelleştirme gerçekleştiren ikinci ülke olduk (birinci Çin). – Şu anda özelleştirmeyi bekleyen 23 şirket (çoğunluğu hisse satışı), Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin de dâhil olduğu 10 otoyol ve köprü, 3 tesis ve varlık ile Milli Piyango var. Tabi Devlet Üretim Çiftlikleri ilerisi için kurtarıcı olarak bekliyor!”
Talancı AKP aşireti (kabilesi) bunlarla da yetinmedi, bu ülkenin topraklarını, tarım alanlarını, ormanlarını, meralarını, tarihi binalarını, ırmaklarını, derelerini, kaynak sularını talan edip ganimet olarak yandaşlarına dağıttı. Şimdilerde belediyelere ait bina, arsa ve benzerleri Bilal Erdoğan’ın yönettiği vakfa devrediliyor, bağışlanıyor. Aynı şey öküz ölüp ortaklık ayrılmadan önce F Tipi dershaneler, okullar ve vakıflar için yapılmaktaydı.
İnanın, AKP’nin yurt içinde yaptığı talan zulmünü, ne Emeviler, ne Abbasiler ne de Osmanlılar ele geçirdikleri kafir topraklarında yapmıştır.
AKP döneminde sıfırdan, merdiven altından, seyyar tezgahtan gelip birkaç yıl içinde milyarder olan zevatın zenginliği 6-7 Eylül talanı sayesinde zengin olan haramzadelerden farksızdır. Bunların hiçbiri haram kazançlarının tek kuruşunu sanayiye, üretim yapan atölye ve fabrikalara yatırmamıştır. Bunlar sadece üretim yapan tesisleri talan ve yok etmeyi bilirler. Ve asla gereken vergiyi vermezler!
Bunlar sadece mal ve mülklerini talan ve yağma ettikleri halkın anasını sikmeyi bilirler. Siklerini olur-olmaz işlere karıştıran bu zavallılara ırz düşmanlarının siklerine ne yapıldığını hatırlamak gerekir. Hatırlatılmalıdır!
[Yapı iş kolunda meydana gelen kazaların yaklaşık yüzde 5’i ölümle sonuçlanıyor.Sigorta kayıtlarına göre, Türkiye’de 2008’de 72 bin 963 iş kazası yaşandı. Bu kazaların 5 bin 574’ü yapı işlerinde gerçekleşti. İş kazalarının yüzde 8’i bu sektörde meydana geldi. İş kazalarında toplam 865 kişi yaşamını yitirirken, bu kayıpların 297’si inşaatlarda yaşandı. İş kazasında ölümlerde sektörün payı yüzde 34’ü buldu.
İş kazaları 2009’da 64 bin 316’ya geriledi. Kazaların 6 bin 877’si yapı işlerinde gerçekleşti. İş kazalarının yüzde 11’i inşaatlarda meydana geldi. İş kazalarında toplam bin 147 kişi yaşamını yitirirken, bu kayıpların 156’sı inşaatlarda yaşandı. İş kazasında ölümlerin yüzde 14’i sektörde gerçekleşti.
İş kazası sayısı 2010’da 62 bin 903’e düştü. Kazaların 6 bin 437’ü yapı işlerinde gerçekleşti. İş kazalarının yüzde 10’u sektörde meydana geldi. İş kazalarında toplam bin 444 kişi yaşamını yitirirken, bu kayıpların 475’i inşaatlarda yaşandı. İş kazasında ölümlerde sektörün payı yüzde 33’e karşılık geldi.
Türkiye’de 2011’de 69 bin 227 iş kazası yaşandı. Bu kazaların 7 bin 749’u yapı işlerinde gerçekleşti. İş kazalarının yüzde 11’i sektörde meydana geldi. İş kazalarında toplam bin 710 kişi yaşamını yitirirken, bu kayıpların 570’si inşaatlarda yaşandı. İş kazasında ölümlerin yüzde 33’ü sektörde gerçekleşti.
İş kazası sayısı 2012’de 74 bin 871’e çıktı. Kazaların 9 bin 209’unu yapı işlerindekiler oluşturdu. İş kazalarının yüzde 12’si inşaatlarda meydana geldi. İş kazalarında toplam 744 kişi yaşamını yitirirken, bu kayıpların 256’sı inşaatlarda yaşandı. İş kazasında ölümlerin oranı yüzde 34’le 5 yıllık dönemdeki en yüksek seviyeye ulaştı.
İnşaatlarda 2008-2012 arasındaki 5 yıllık dönemde iş kazalarında bin 754 işçi yaşamını yitirdi. Bunun yanında bin 940 işçi de sakat kaldı.] (İnternetten alıntı)
Yurt dışında da Türk inşaat şirketleri yıllardır iş yapıyor. Duyduğuma göre dünyada ikinci sırada yer alıyorlarmış. Bu şirketler R.T.Erdoğan’ın imam-hatipten sınıf arkadaşları olan yandaş mütehaahitler gibi iş yapsalardı ömür boyu hapse mahkum olurlardı. İdam cezasının olduğu ülkelerde mutlaka idam edilirlerdi. Edilmezler miydi?
Sorduğum sorunun cevabını 9 Eylül 2014 tarihli Cumhuriyet’te Olcay Büyüktaş imzalı haberde buldum:
[Ağırlıklı olarak Rusya’da faaliyet yürüten Türkiye’nin en büyük müteahhitlik şirketi Rönesans Holding’in yönetim kurulu başkanı Erman Ilıcak, özellikle ölümlü iş kazalarının önlenmesi için mutlaka ve mutlaka sıkı denetim ve caydırıcı cezaların olması gerektiğini söyledi.
İstanbul’da TED Rönesans Koleji’nin açılış töreni sonrasında bir grup gazetecinin sorularını yanıtlayan Ilıcak, “Niçin Türkiye inşaat sektöründe bu kadar yoğun ölümlü kaza yaşanıyor” sorusuna, Türkiye’de inşaat yapmak için şirketlerin lisansı bile olmadığını, eline çanta alan herkesin müteahhitlik yapabileceğini belirttikten sonra, “Ciddi bir maliyet oluşturan işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yapılması gerekenler için yapılan denetimler yetersiz. Eğitimler şirketlerin inisiyatifine bırakılmış. Cezalar da caydırıcı değil” diye konuşta.
Rusya’da 54 milyon saat çalışmada yalnız 5 ölümlü kaza yaşadıklarını ancak çok çalışarak bunu bire indirdiklerini anlatan Ilıcak, “Rusya’da hem federasyon hem de yerel yönetimler tarafından çok sıkı bir şekilde denetim yapılıyor. Eksiklerin giderilmesi konusunda yapılan uyarılar takip ediliyor, gerekli görüldüğünde verilen cezalar şirket lisansının iptaline kadar gidebiliyor. Çok ciddi hapis cezaları söz konusu” dedi.
Son dönemde gündeme gelen inşaat mı sanayi mi tartışmasına ilişkin de, inşaat şirketlerinin son 10 yılda çok hızlı büyüdüğüne dikkat çeken Ilıcak, “Bizim 10 yıl önce 2 bin çalışanımız vardı. Şu anda 35 bin çalışanımız var. Burada yurtdışındaki büyümemizin de katkısı büyük oldu. Ancak Türkiye’de sanayinin de önünün açılması gerekiyor” dedi.]
İşsin püf noktası bu soruya verilecek cevaptadır. Cevabı Rönesans Yönetim Kurulu Başkanı Erman Ilıcak veriyor.Müteahhitler yurt dışında bunca kurallara uygun dikkatle çalışıyorsa ve yurt içinde bunca insafsız ve rezil oluyorlarsa bunun baş sorumlusu R.T.Erdoğan ve AKP aşireti (kabilesi) hükümetidir.
Bu adamlar, Müslüman değil tam anlamıyla kokuşmuş, vicdanları iflas etmiş Müslümancılardır!
Bu adamları, “İkisini Taksim Meydanı’nda sallandıracaksın” diyen kahve mantığına teslim etmekten başka çare yoktur. Ama günümüzün Taksim Meydanları artık seçim sandığıdır.
Ey köle gibi çalışıp ölen, sakat kalan, karnını doyuramayan emekçi, insan olduğunu hatırla ve Spartakus’un Roma’da yaptığını seçim sandığında yap.
Hiç korkma, oy vereceğin hiçbir parti bu AKP aşiretinin (kabilesinin) hükümetinden daha kötü yönetmez bu ülkeyi.
Özdemir İnce
9 Eylül 2014